İslam’a Göre Kıyafetlerde Aranacak Vasıflar
İlk yazımızda “İslamiyete Göre Giyim Kuşam Şartları Nelerdir?” meselesini incelemiştik (Görüntülemek için tıklayınız). Bu yazımızda aynı meseleyi izaha devam ediyoruz.
Hadis ve Fıkıh, hatta akide kitaplarında müminlere ait bir giyinme tarzı elbette vardır. Aksini iddia edenler ya şu kitapları okumamışlar yahut şu eserleri kendilerine göre fıkıh kitabı olarak görmüyor, müelliflerini de adam saymıyorlar ve yahut ta yalan söyleyerek müminleri kandırıyorlar. Bu üç ihtimalin hepsi çok kötü ise de, sonuncusu en kötü, birincisi ise diğerlerine göre en az kötü.
Bir önceki makalemizde, elbisede aranacak birçok vasıftan sadece bir tanesini, avret yerlerini belli etmeyecek genişlikte olan ve dar olmayan bir elbise giymenin İslam’ın emri olduğunu anlatmıştık. Aslında o makalemizi bir profesör beyefendinin iddiaları sebebiyle kaleme almış, lakin sözü edilen makalede, buna işaret etmeyi ihmal etmiştik. Bu makalemizde ise, müminlerin elbiselerinin mümin olmayanların elbiselerinden ayrı olmasının mutlaka lüzumlu olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
Şimdi bazı çok bilmişler, temel mühim ve öz meseleler dururken, işin kabuğuyla uğraşmanın ne âlemi var, diyeceklerdir. Bunu onlardan çok duyduk. Evet, bu mesele, imanda ve küfürde zirvede olanlarca son derece mühim bir mesele… Nitekim ne derece mühim olduğunu anlayan iki zıt kutup bunu hareketlerinin çok mühim esaslarından biri edinmişlerdir. Körlerin ve sağırların bile çok iyi anlayıp icabını yerine getirdikleri şu hususu sadece aydın Müslümanlar anlayamadılar. Hâlbuki Abdullah ibni Mes’ûd (radıyallahu anh)’ın ifadesiyle kıyafetlerin benzeşmesi kalplerin benzeşmesinin mühim bir sebebidir. İçinde bulunulan manzara da bunun en açık bir ispatıdır. Ve minellahi’t-tevfik.
Sözü edilen Profesör beyefendinin, kitapçığında muhataplarıyla yaptığını söylediği karşılıklı konuşmadan kısa bir parçayı buraya alacak ve “siz değmez deseniz de” zatı alilerinizden özür dileyip şu söylenilenler üzerinde konuşacağız.
Bay Profesör, kitapçığında şöyle bir konuşmayı naklediyor:
Mürid: Gayri müslimler gibi elbise giyiniyorsunuz. İddia: Fıkıh kitaplarımızın hiç birisinde kadın ve erkek için bir elbise modeli yoktur. Hiçbir mezhep böyle bir görüş belirtmemiştir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında, Müslümanlar ile gayrimüslimlerin ayrı elbiseler giydiğine dair bir bilgi yoktur. Müslüman olan hiçbir gayrimüslime, elbisesinin modelini değiştirmesi söylenmemiştir. Ebû Cehil hangi modelde elbise giyiniyorsa Müslümanlar da o modelde giyiniyorlardı… Bazı elbiseler üniforma olmuştur. Asker ve polis gibi, gayrimüslimlerin üniforması gibi elbiseleri olabilir. Yani bir elbise kâfirlik simgesi haline gelmiş olabilir. O zaman onu giymek caiz olmaz. Gayrimüslimlerin simgesi haline gelen elbiseleri zaman zaman değişebilir. Fıkıh kitaplarında bu simgelerle ilgili hükümler vardır. Simge bir ihtiyaçtan doğmuştur. [1]
Gerçekten Fıkıh Kitaplarında İslami Bir Giyinme Tarzı Yok mudur?
Biz burada, hüsnü zannın bir icabı olarak yazımızın başında zikrettiğimiz üç ihtimalin birincisini, yani mevzunun cahili olduklarını esas alarak kendilerine şöyle diyoruz: Kitapçığınızın birçok yerinde Allah’ın müşrikler için gönderdiği ayetleri delilsiz ve mesnetsiz bir şekilde kendi düşünce ve anlayışınıza göre te’vil ve tahrif ederek müşriklikle suçladığınız Sünnet yolunun yolcuları, size dini bir eksikliğinizi hatırlatınca, teşekkür edeceğinize, daima kötülüğü emreden nefsinizin emrine uyarak bu güzel ikazı sataşma olarak görüyor ve kusurunuzu kılıflamak için Resûlullah’a, Ashab’a ve fıkha da iftiralar atıyorsunuz. Böylece de meseleleri ele alırken Allah rızasını ne kadar gözettiğinizi ortaya koymuş oluyorsunuz. Şu diyalog en iyimser bir bakışla Hadis ve İslam Tarihi kitaplarının okunmamış olduğunu gösterdiği gibi Fıkıh kitaplarından haberdar olunmadığını da haykırıyor. Fıkıh kitaplarımızın hiçbirinde kadın ve erkek için bir elbise modeli yoktur. Hiçbir mezheb böyle bir görüş belirtmemiştir, diyorsunuz! Ayıp diye bir şey vardır! Ama doğru, herkese değil… Model derken ne demek istediğinizi açık ve net olarak bilmiyoruz. Lakin Müslümanlarla gayrimüslimlerin ayrı elbiseleri yoktu, şeklindeki sözünüzle ne demek istediğiniz büyük ölçüde ortaya çıkıyor. Şu her bakımdan küçük ibarenizdeki hata ve iftiralarınızdan bazılarını buraya kaydedelim.
- Fıkıh kitaplarındaki el-Kerahiyye ve’l-İstihsan veya el-Hazar ve’l-İbahe bahislerinde kadının erkek, erkeğin de kadın elbisesi giymesinin caiz olmadığı, yazılır. Bu husûs hadislerle la’netlenmiştir.[2]
- Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında elbise farklılığı vardı. Bu hususta da ya yalan veya yanlış söylüyorsunuz. Bunu yazı boyunca ve neticede siz de açıkça göreceksiniz.
Mes’eleyle Alakalı İki Ayet
Allah teala şöyle buyuruyor:
ان الذين فرقوا دينهم وكانو شيعا لست منهم فى شنيء
“Dinlerini paramparça edip guruplar haline gelenlerle hiçbir alakan yoktur.”[3]
لست منهم فى شئ Leste minhüm fi şey’in ifadesinde, شنئ şey’in nekre isminin, لست leste/değilsin nefyinden/olumsuzluk ifade eden bir kelimeden sonra gelmesi, umûm ifade eder ki, mana onlarla hiçbir şeyde ortak yanın yoktur, demek olur. Şu hiçbir şey’den hiçbir şey çıkmaz. O yüzden, giyim kuşam da bu umûmun içindedir; buna göre, şu ayet, umûmuyla giyim kuşamında da onlarla hiçbir alakan yoktur, manasını dahi bulundurur. En az şu istidlal kuvvetinde bir delil bulup gösterilmedikçe, şu dediğimize ilmi bir i’tiraz yapılamaz. İlmi mesnedler değil de “bilimsel” vesveseler ise mü’minlere lazım değildir; kime lazımsa, kendi bilir. Giyim kuşamı şu ayetin umûmu dışında bırakacak nakli bir delil bulunmadığı gibi, selim olan akla aid bir ip ucu da bilmiyoruz. Aksine bu babda, mertebeleri değişik bir çok nakli delil bulmak mümkündür.
وَلا يَكونوا كَالَّذينَ أوتُوا الكِتٰبَ مِن قَبلُ
“(Mü’minler) bundan önce kendilerine kitab verilenler gibi de olmasınlar.”[4]
“Allah tealanın bu sözü, onlarla benzeşmekten mutlak/her bakımdan bir nehiydir”[5] ki, giyim kuşam da bu mutlağa dahildir. Çünki hangi husûsta onlar gibi olmayacakları gösterilmemiştir. Öyleyse bu bir umum/genellik ifade eder. Bu umûmu sınırlayacak deliller bulunmadıkça da umûm umûmu üzere kalır.
Mes’eleyle Alakalı Hadislerden Bir Kısmı
فرق ما بيننا و بين المشركين العمائم عتى القلانس
“Bizimle müşrikler arasındaki fark(lardan birisi de) takkeler üzerindeki sarıklardır.” [6]
من تشبه بقوم فهو منهم
“Kim kendini bir topluluğa benzetirse o onlardandır.”[7]
Hadisin isnadı şöyledir: Muhammed İbnü Yezid el-Vasıti İbnü Sevban’dan haber vermiş; (O), Hassan İbn-i Atıyye’den, (O), Ebû Munib el-Cureşi’den, o da Abdullah İbn-i Ömer (radıyallahu anhüma)’dan rivayet etmiştir.
Bu hadisin sabit olmadığını iddia eden zamane allameleri ve ve müctehidleri(!) varsa da Müsned-i Ahmed’i tahkik ve tahric eden Ahmed Muhammed Şakir, hadisin Müsned’de geçen üç isnadının da sahih olduğunu söylemiştir. [8] Biz onun bu hükmünde bir anlık isabet etmediğini farz ve takdir edelim ve hadisin isnadı hakkında hadis alimlerinden naklettiklerini buraya alıp ilim ve insafla bir tartalım.
Ahmed Muhammed Şakir şöyle diyor:
İbn-i Sevban, Abdurrahman İbnü Sabit İbni Sevban’dır ki; sika/sağlam bir ravi olup ömrünün sonunda hafızası değişmiş, karışmıştır. Ahmed, hadisleri münkerdir, hadisde kavi değildir, Şam’lıların abidiydi, dedi. Ya’kûb ibnü Şeybe, hakkında arkadaşlarımız ihtilaf etmişlerdir. İbn-i Main O’nu zayıf bulurdu. Ali İbnü Medini de O’nun hakkında güzel bir rey sahibiydi ve “Sevban doğru bir adamdır, zararsızdır, hadis alimleri ondan hadis almışlardır” demiştir.
Fellas, Dühaym ve Ebû Hatem, O’nu sika bulmuşlardır. İbn-i Hibban O’nu es-Sikat’ta zikretmiştir. İbnü Main’den, O’nun hakkında söylediklerine dair gelen rivayetler değişiktir: O’ndan, salihtir, dediği rivayet edilmiştir. Açık olan odur ki, kader mes’elesinden ve ahir ömründe aklının değişmesinden dolayı hakkında konuşulmuş, ne Buhari, ne de Nesai, O’nu zayıf raviler arasında zikretmemiştir. Tirmizi O’nun bir hadisini sahih bulmuştur. [9]
Ahmed Muhammed Şakir şöyle devam ediyor:
Hassan İbnu Atıyye el-Muharibi ed-Dimeşki, sağlam bir ravidir. Ahmed İbn-i Hanbel, Yahya İbnu Main ve diğerleri O’nu sağlam bulmuşlardır. Buhari el-Kebir’inde (2/1/31) onun tercümesini vermiştir.
Ebû Munib el-Cureşi, ed-Dımeşki, el-Ahdeb, sika/sağlam bir tabi’idir. ‘İcli, O’nu sağlam bulmuştur. İbn-i Hibban O’nu es-Sikat’ta zikretmiştir. Buhari O’nu el-Küna(658)’da zikretmiştir. Yani tercüme-i halini vermiştir…
Hafız (İbnu Hacer el-Askalani) el-Feth’de Müsned’den bunu bu şekilde rivayet etmiş ve sonra, Ebû Davûd O’ndan hadis rivayet etmiştir; kim kendini bir kavme benzetirse o onlardandır hadisi, bu isnadla hasendir, Ebû Munib’in ismi bilinmemektedir. İsnadda Abdurrahman İbnu Sabit İbni Sevban vardır ki sika/sağlam ve güvenilir bulunmasında ihtilaf edilmiştir, demiştir. [10]
İmam Zahidü’l-Kevseri rahimehullah, Makalat’ında bu hadisi ilmi bir şekilde tahkik etmiştir. O’nun şu makalesini ufak tefek bir takım kısaltmalarla buraya almak istiyoruz;
İmam Kevseri, “asrının fukahasının şeyhi,” dediği Muhammet Bahit rahimehullah’ın yanlış anlaşılmaya müsaid bir fetvası münasebetiyle kaleme aldığı şu makalesinde hulasa olarak şöyle demektedir:
İmam Sehavi, el-Makasıdü’l-Hasene’nin 192. sayfasında şöyle demektedir: Kim kendini bir kavme benzetirse, o, onlardandır hadisini Ahmed, Ebû Davûd ve Taberani el-Kebir’de Ebû Munib el-Cureşi vasıtasıyle İbn-i Ömer radıyallahü anhüma’dan merfu’ olarak rivayet etmişlerdir. Senedinde de zayıf bir ravi vardır; lakin şahiti Bezzar’da Huzeyfe ve Ebû Hureyre hadisinden, Ebû Nuaym’ın Tarih-i Esbahan’da Enes’den, Huzai’nin de Tavûs’dan mürsel olarak yaptığı rivayetlerdir.
İlim sadece peyderpey öğrenmekledir hadisinde, Bir adam bazen bir kavme benzerse sadece onlardan olur ifadesi geçmiştir.
Sehavi, hadisi, işaret etmiş olduğu hadislerle hasen bulmuştur.
Bu hadisin şahitlerinden birisi de Ebû Ya’la’nın yapmış olduğu, “Kim bir topluluğun karaltısını çoğaltırsa o onlardandır” şeklindeki bir hadis rivayetidir. Yine bunun şahitlerinden birisi de Tirmizi’nin rivayet ettiği, “Kim kendisini bizden başkasına benzetirse, o bizden değildir” hadisidir. Bu hadisin senedinde her ne kadar İbn-i Lehi’a varsa da, O’nun (kimileri tarafından) zayıf bulunması, talebelerinden olan dört Abdullah’ın dışındaki ravilerin O’ndan yapmış olduğu rivayetlerdedir. Bu rivayet ise şu dört Abdullah’dan birisi olan Abdullah İbn-i Mübarek’in yaptığı rivayetlerdendir. Amr İbn-i Şuayb’ın babasından yaptığı rivayet, O’nun da (Amr’ın) dedesinden yapmış olduğu rivayet, imamların “bazı yerlerde de olsa” almaya mecbûr kaldığı bir rivayettir. Bu husûsta söylenecek söz uzundur. Hatta Keşfu’l-Hafa(2/240)’dan da anlaşılacağı gibi, bunu, İbn-i Hibban ve Iraki de sahih bulmuşlardır. İbni Hibban’ın, sahih hükmü vermekteki gevşekliği sadece, sırf hakkında cerh bulmayan ve tevsik edilmeyen bir kimseyi sika kabûl etmesi anındadır. Şu hadisi sahih bulmasına gelince… Bu, O’nun, seneddeki Abdurrahman İbn-i Sabit’in sağlam bulunmasını tercih etmesinden gelmektedir. Nitekim bu, birçoklarından rivayet edilmiştir. Üstelik Sahih, O’na göre, Hasen’i de şümûlünde bulundurmaktadır. Nitekim bu, şeyhi İbn-i Huzeyme’nin ve diğerlerinin de mezhebidir.
İşte size, İbn-i Teymiyye’nin İktizau’s-Sıratı’l-Müstekim(39)deki sözü:
Hadisi Ebû Davûd, Sünen’inde rivayet etmiştir: (O), bize, Osman İbnü Ebi Şeybe rivayet etti, dedi. (O), bize Ebû’n-Nadr Haşim İbn-i Kasım rivayet etti, dedi. (O), bize, Abdurrahman İbn-i Sabit rivayet etti, dedi. (O), bize Hassan İbn-i Atıyye Ebû Munib el-Cureşi’den, O da İbn-i Ömer(radıyallahu anhüma)’dan rivayet etti, dedi.
İbn-i Ömer şöyle dedi: Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
Kim kendisini bir topluluğa benzetirse, o, onlardandır. Bu, güzel bir isnaddır. Çünki,
İbnü Ebi Şeybe, Ebû’n-Nadr ve Hassan İbnü Atıyye, Buhari ile Müslim’in büyük ravilerinden olan meşhûr ve sağlam ravilerdir. Bunlar, Sahihayn’in ricalindendirler, denilmeye muhtac olmaktan daha da büyüktürler.
Abdurrahman İbn-i Sabit İbn-i Sevban’a gelince… Yahya İbnü Main, Ebû Zür’a ve Ahmed İbnü Abdillah el-’İcli O’nda bir beis olmadığını söylemişlerdir. Abdurrahman İbn-i İbrahim Duheym, sağlam olduğunu söylemiştir. Ebû Hatim, hadisi müstakim olan birisidir demiştir.
Ebû Munib el-Cureşi’ye gelince… O’nun hakkında, Ahmed İbnü Abdillah el-’İcli şöyle demiştir: O sağlam birisidir. O’nu kötülükle anan hiçbir kimseyi bilmiyorum. O’ndan Hassan İbn-i Atıyye işitmiştir.
Ahmed İbnü Hanbel ve başkaları bu hadisle ihticac etmişlerdir. (İbn-i Teymiyye’nin sözü bitti.)
Sonra İbn-i Teymiyye, imamlarımız Şafii, Ahmed ve diğerlerinin mezheblerinde bu hadis üzerine bina edilen fıkhi mes’eleleri sayıp dökmekte uzunca sözler söyledi.
İmamların bir hadisi hüccet olarak ileri sürmeleri, onların O’nu sahih bulmaları demektir. Hatta, değişik taifelerden olan ilim sahiblerinin çoğu, Ümmet, haber-i vahidi kabûl ile alırsa, bunun, şu haberi tasdik etmeleri demek olduğu, veya, onunla amel ettiklerinde, bu amel edişin kesin ilim icab ettireceği kanaatindedirler. Nitekim bunun tafsilatını Tevcihü’n-Nazar(134)’da bulacaksın.
Abdurrahman İbnü Sabit hakkında konuşanların sözü, bazı kader mes’elelerine nisbet edilmesi veyahud da ömrünün sonlarında hafızasının değiştiği cihetiyledir.
Birincisi, yani kader mes’elesine nisbet edilmesine gelince bu muhakkıklara göre raviyi zayıf kılacak bir sebeb değildir.
İkincisi yani ahir ömründe hıfzının değiştiği, onda unutkanlığın arız olması sebebine gelince… Haşim İbnü Kasım’ın O’ndan rivayeti unutkanlığa mübtela olmasından evveldir. Çünki O, Abdurrahman İbn-i Sabit’in ölümü anında, 23 yaşlarındaydı. Unutkan hale gelmesi ise ölümünden çok kısa bir süre önceydi. Zehebi el-Mizan’da, Ebû Hatim’den ve Duheym’den, O’nu sağlam bulduklarını nakletmiştir. Nitekim, Hatib İbnü’l-Medini’den ve Fellas’tan, O’nu sika/sağlam kabûl ettiklerini rivayet etmiştir. İbn-i Main’den, O’nun hakkında rivayetler her ne kadar değişik ise de, hiç kimse bu hadisi asla O’nun münker rivayetlerinden zikretmemiştir.
Bu hadis, Cevamiu’l-Kelim’dendir.[11] On birinci asrın Şafii imamlarının büyüklerinden olan Necmü’l-Ğazzi kalın bir ciltte Hüsnü’t-Tenebbüh li Ahkami’t-Teşebbüh isimli bir eseri vardır. O eserinde bu hadisten çıkarılan hükümler hakkında çok geniş sözleri vardır. Şu eser, Zahiriyyetü’d-Dımeşk’tedir. Sahasında faydalı olup basılmaya layık bir kitabdır. (Kevseri’nin sözü bitti)
[12]
Azim Abadi, İbn-i Teymiyye’den yaptığı naklin bir yerinde şöyle diyor:
Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz ki o onlardandır, ayet-i celilesinde de bu haram kılmak vardır. Bu, Abdullah İbnü Amr’in Kim müşriklerin topraklarında bina eder, nevrozlarını ve mehricanlarını yapar ve onlara kendini benzetir de ölürse kıyamet gününde onlarla haşrolacaktır sözünün benzeridir. Bu teşebbüh mutlak/her bakımdan teşebbühe yorulur. Zira, mutlak teşebbüh küfrü gerektirir. Bunun bir kısmı da haramlığını iktiza eder. Bazen bu hüküm, kadr-i müşterek’te onlara benzeyeceğine hamledilebilir. Artık küfür, yahud ma’sıyet, yahud da bir şiarsa, hükmü de ona göredir… Şüphesiz ki Ömer radıyallahu anhu’dan, O da Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den, acemlere teşebbuhü nehyettiğine dair rivayet gelmiştir. Ve kim kendini bir kavme benzetirse o onlardandır, demiştir. Bunu, kadı Ebû Ya’la zikretmiştir. Alimlerden birçoğu bu hadisleri Müslüman olmayanların kıyafetlerinden bir takım şeylerin mekrûhluğuna dair delil olarak ileri sürmüşlerdir.
[13]
(Azim Abadi’den nakil son buldu.)
İmam Kevseri, başka uzun bir makalesinde de şu sözleri söylemektedir.
Sizden kim onları dost edinirse o onlardandır
[14] ayet-i celilesinin ve kim kendisini bir kavme benzetirse o onlardandır hadis-i şerifinin açık ma’nası ve de İslam Ümmetinin söz birliği ile amel ettiği nesilden nesile intikal eden tatbikat bu hadisi almaktadır.
Camiu’l-Fusuleyn’de Ebû Hanife’den şöyle bir söz nakledilmektedir: Kişiyi ancak, imana sokan şeyi inkar etmek imandan çıkarır. Bu söz haktır, üzerinde hiçbir toz yoktur. Lakin, bunun üzerine bir batılı bina etmek de doğru değildir. Bu böyledir. Çünki, cühûd, kalbi tasdik’i ortadan kaldıran kalbin yalanlamasıdır. Lakin, vahiy kesildikten sonra, kalbde bulunanları kesin bilmeye yol yoktur. Şeriat, hükümleri, görünürdeki alametler üzerine bina etmiştir. Nitekim Ömer radıyallahu anh’ın Ebû Mûsa radıyallahu anh’a yazmış olduğu kadılık hükümleri hakkındaki mektubda ve fukaha-i emsarın icma’ ile üzerinde yürüdüğü yoldan bu açıkça görülmektedir. İşte bu yüzden fakihlere göre, bu gibi mevzûlarda kesin bir bilgi yahud kat’i bir delalet yoktur. Bu sebeble, kat’i delillerin bulunmasının mutlak gerekliliği iddiası bu tevarüs ede gelen hükümlerin ibtali demektir… Ahkam, yukarıda da geçtiği gibi, icma’ ile, zahir emareler üzerine bina edilir.
İbn-i Teymiyye, İktizau’s-Sıratı’l-Mustekim(39)’de, kim kendini bir kavme benzetirse o onlardandır hadis-i şerifinin ravilerine çok büyük senada bulunduktan ve onların tamamını sağlam bulduktan sonra, şöyle diyor: İmam Ahmed ve diğerleri bu hadisi hüccet kabûl etmişlerdir. Bu hadisin en az hali, -her ne kadar zahiri onlara benzeyenin kafir olduğunu gerektiriyorsa da- onlara benzemenin haram olduğunu gerektirmektedir.. Nitekim Allahü teala’nın sizden kim onları dost edinirse o onlardandır”[15] ayet-i celilesinde de böyledir… Her hal ü karda, benzetme olduğu sebebiyle, (bu ayet) kendini onlara benzetmenin haramlığını gerektirmektedir. Teşebbüh, bir şeyi onlar yaptığı için yapmayı ve şu hususta bir maksadla başkasına tabi olmayı da içine almaktadır. Eğer şu iş başkasından alınmışsa. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in beyaz kılı (karadan başkarenkle boyayarak) değiştiriniz, kendinizi Yehudilere benzetmeyiniz
[16]
hadis-i şerifi, onlara benzemenin, bizden kasıd ve fiilin olmamasıyla da hasıl olabileceğinin bir delilidir. (son.)
Muinü’l-Mufti isimli kitabda şöyle denilmektedir:
Kim kasden kafirlere kendini benzetir ve Hristiyanların kıyafetine bürünür, yahud zünnarlarını kuşanır, yahud da Mecûsilerin külahlarını giyerse, o kafir olur. Bu hüküm, Seyyid Hamevi’nin el-Eşbah ve’n-Nezair Şerhi’nde söylediğine tabi’ olarak Ebû Suûd el-Mısri’nin, bu, İslam’ı hafife almak murad ettiği zamana mahmûldür; bunu kasdetmediği zaman ise, o, sadece günahkardır, ifadesiyle kayıtlanmıştır. (Muinü’l-Mufti’nin sözü son buldu.)
Beyzavi Tefsiri’nde şöyle demiştir:
Ğıyar (külah veya elbise üzerine alamet olarak dikilen farklı renteki bez parçası
[17]
), zünnar (bele bağlanan bir çeşit kuşak ve kemer) ve benzerlerinin giyilmesinin küfür sayılması, sadece, yalanlamaya delalet etmelerindendir. (son.)
Yani bu delalet, Şer’i ve akli bir delalettir. Kadı Beyzavi, Usûli’d-din/Akaid ve Kelam, Usûl-i Fıkıh ve tefsir alimlerindendir.
Sa’deddin Teftazani, Şerhu’n-Nesefiyye’de şöyle demiştir:
Bir kimsenin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği şeylerin tamamını tasdik ettiğini ve onlarla amel ettiğini bunlarla beraber kendi iradesiyle zünnar taktığını yahud puta secde ettiğini farz etsek onu kafir kabûl ederiz. Çünki Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bunu (dini) yalanlama alameti ve inkar kabûl etmiştir. (son.)
Teftazani, de şu ilimlerin imamlarının büyüklerindendir.
Hayali de, Nesefiyye haşiyesinde şöyle demiştir:
Şerhu Makasıd’da, yalanlama alametiyle beraber olan tasdik mu’teber değildir; iman yalanlama emarelerinden bir şeyle beraber olmayan tasdikten ibarettir, denilmiştir.
Hızır İbnü Celal, Cevahiru’l-Akaid isimli Kaside-i Nûniyye’sinde Ehl-i Sünnet’in inancı hakkında şöyle demektedir: Şeriat, kişinin zünnarı bağlamasını, putlara hürmet etmek gibi inkar delili saymıştır. (Kevseri’den nakil son buldu)
[18]
Hasılı, şu hadisin isnadına insafla bakılacak olursa, onun tek başına olarak bile Hasenlik mertebesinden asla aşağıya düşmeyeceği, hatta Sahih Liğayrihi dahi kabûl edilebileceği, görülecektir. Diğer şahit ve mütabi’leriyle ise Sahih Liğayrihi olmaktan aşağıya hiçbir şekilde inmeyeceği görülecektir. Buna rağmen, akli, ilmi ve fikri özürlülük sebebiyle bunu, sabit olmamakla damgalamak, ne kadar doğrudur?!.. Bunu takdirlerinize bırakıyoruz.
(Üç): من كثر سواد قوم فهو منهم
“Kim bir topluluğun karaltısını çoğaltırsa, O, onlardandır.”
[19]
(Dört): خالفافوا المشركين
“Müşriklere muhalefet ediniz…”
[20]
Hangi husûslarda muhalefet edileceği bildirilmemiş. Öyleyse, imkan nisbetinde her husûsta…Bu umûmu sınırlandırıp muhalefet etmeyiinanç ile sınırlandırmanızın delili nedir? Hiçbir şey….
(Beş):ان هذه من ثياب الكفارفلا تلبسها
“Şüphesiz bu (elbise), kafirlerin elbiselerindendir. O yüzden, onu giyme.”
[21]
(Altı):لا تشبهو باليهود والنصارى من تشبه بغيرنا فليس منا
Kim, kendisini bizden başkasına benzetirse, o bizden değildir; kendinizi, Yehûdilere ve Hristiyanlara benzetmeyiniz.[22] Yine, Yehûdilere ve Hristiyanlara hangi husûsta kendimizi benzetmeyeceğimiz bildirilmediğine göre her husûsta…
(Yedi) : لا يشبه الزى بالزى حتي تشبه القلوب
Abdullah İbn-i Mes’ûd radıyallahu anhu şöyle buyurmaktadır:
Kıyafet kıyafete benzemesin; nihayet kalbler (kalblere) benzer.
[23]
Bunlar ve benzeri hadislerle Müslümanların Müslüman olmayanlara kılık ve kıyafette de muhalefet etmek zorunda olduğunu anlamak akıl ve ilim sahiblerine zor değildir. Kıyafette ve giyimde kuşamda mü’minlerin kendilerini mü’min olmayanlara benzetmesinin yasak olduğunu İbn-i Teymiyye, İktizau’s-Sıratı’l-Mustekim’inde,[24] İbnu Kesir, Bakara Sûresinin (104). ayetinin tefsirinde,[25] Azim Abadi, Avnü’l-Ma’bûd’da,[26] İmam Kevseri Makalat’ında,[27] başkaları da başka yerlerde açıklamışlardır.
İmam Ebû Yûsuf, Kitabu’l-Harac’ında zımmi olan kafirlerin kıyafetlerinin Müslümanlardan mutlaka ayrı olmaları gerektiğini, Hazreti Ömer, Ömer b. Abdülaziz ve başkalarına dayandırarak ifade etmektedir.
[28]
Muhit-i Bürhani sahibi Mahmûd İbnu’s-Sadri’ş-Şeri’a el-Buhari (Ö:616) de bakınız bunu nasıl açıklıyor:
Şayet Ehl-i Kitab’ın kıyafette ve giyim kuşamda bize benzemelerine müsaade edersek, biz de onlara kendimizi benzetmiş oluruz. Halbuki onlara kendimizi benzetmemiz, bize imkan nisbetinde yasaklanmıştır. İmkan, elbisenin aslında olmasa da, şu giyimin şeklinde vardır. O yüzden, şu husûsta onlara muhalefet bize vacib olmuştur. Bu sebeble, kıyafette açıkça onlara muhalefet etmek vacib olmuştur.
[29]
Mezheblerin, kişinin kendisini kafirlere benzetmesi ile alakalı fetvalarından bir kısmını İktizau’s-Sıratı’l-Mustekim[30] ve Aliyyu’l-Kari’nin el-Fıkhu’l-Ekber Şerhi’nde,[31] okuyabilirsiniz. Hatta, İbn-i Teymiyye. İktizau’s-Sıratı’l-Müstekim’inde, Ebû Hanife’nin Ashabının, giyinmelerinde ve bayramlarında kendini kafirlere benzetenlerin kafir olacaklarını söylediklerini ifade etmektedir.
[32]
Üç: İmam Nevevi, Müslim Şerhi’nde,
[33]
şüphesiz bu, kafirlerin elbiselerindendir, o yüzden onu giyme, hadisini izah ederken, bunun mekrûh olduğunu söylüyor. Eğer üniforma olsaydı, bunun Mekrûhluğuna değil küfrüne hükmedilirdi. Zira simge, şiar ve üniforma, dini yalanlama alameti sayılmıştır ki, dini yalanlama küfürdür.Nitekim, Saçaklızade, başka münasebetle yazdığı bir risalesinde, şu mes’elemize de ışık tutmaktadır:
Saçaklızade şöyle diyor:
Dersen ki; imanını tazelemek için, Ey Rabbim! Benden küfür sadır olduysa ben ondan döndüm ve Resûlün Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiklerinin tamamına iman ettim, diyen bir Müslim hakında ne dersin? Bu, o Müslim’in imanında şekk etmesi demek değil midir? Halbuki, imanda şekk etmek fetva kitaplarında da açıkça ifade edildiği gibi, bir küfür değil midir?
Şöyle derim: Tevfik sadece Allah iledir. Fetava’da açıkça bildirilen imanda şekk, iz’an ve kabûl ile beraber olan Resûlün getirdiklerinin tamamını yakinen bilmek olan tasdikde şekk etmektir. El-Mevakıf’da, kim bir şeyi bilir ve onu bildiğine dönüp bakarsa bizzarûre/kaçınılmaz olarak o bildiğini de bilir, denilmektedir.
Ben (Saçaklızade) şöyle diyorum: O halde, bir şeyi bilmek, ona dönülüp bakıldığında şu bilmeyi bilme’yide lazım getirir. Bu sebeble, kim bir şeyi bildiğinde tereddüt ederse, o, şu şeyi bilmeyen bir kimsedir. Çünki, lazımın olmaması melzûmun da olmamasını gösterir. Bu sebeble, kim tasdikinde tereddüt ederse, o, tasdik eden bir kimse değildir. Bunu al. Kimden söz ve iş olarak tekzib/yalanlama emareleri sadır olursa, o, kalbi tasdik ile mutmain olsa da küfre girer. Bu yüzden ona imanını tazelemesi emredilir.
El-Eşbah ve’n-Nezair’de, Puta ibadet etmek küfürdür. Kişinin kalbindekine bakılmaz, denmektedir.
Çünki, Hayali, şöyle demiştir:
Tekzib emaresi ile beraber olan tasdik mu’teber değildir. İman (tekzib) emareler(in)den birisiyle beraber olmayan tasdikdir. (Son)
Ben (Saçaklızade) şöyle diyorum:
Tasdikdeki şekketmeye/tereddüde imanda şekk etmek, sadece, şundan dolayı denilmiştir. Çünki, meşhûr görüşe göre iman, sadece tasdikdir; veya tasdik, (imandaki) en büyük rükündür.
Sonra… Bil ki, tasdik hallerinden olan Şeriat örfünde mu’teber olmasına ters düşen bir şeyle beraber olmaması gibi bir şeyde şekk etmek, tasdik’in yok olmasını göstermez. Çünki bir şeyi bilmek, herhangi bir örfde mu’teber olmasına zıd düşen bir şeyle beraber bulunmadığını bilme’yi lazım getirmez. Bu da açıktır. O halde, “tasdikin tekzib emaresiyle beraber olmadığı” husûsunda şekk etmek, şu emarenin var olduğunu göstermediği gibi, tasdikin yok olmasını da göstermez. Çünki, bir şeyin olmadığında şekketmek, o şeyin varlığını göstermez. Bu da açık bir şeydir. O halde, gerçekte kendinden sadır olmamasına rağmen, kendinden tekzib emaresi sadır olduğu’nda şekk eden Allah katında mü’mindir. Nitekim, kendinden gerçekte günah sadır olmamasına rağmen, kendinden günah sadır olmadığı’nda şekk eden de Allah katında muti’dir/O’na itaat eden bir kimsedir.
Bunu bildiysen… Bil ki, kim, benden küfür sadır olursa, derse (ve) küfürden tasdik’in yok olduğunu kasd ederse, o zaman bu sözün ma’nası, tasdikin varlığında şekketmektir. Tasdikde şekk etmek de, onun yok olduğunu gösterir. Onun yok olması da küfürdür. Lakin hiçbir kimsenin bunu kasd ettiğini zannetmem.
Eğer (bir kimse) küfürden, tekzib emarelerinden bir şey murad ederse, o zaman bu sözün ma’nası, tekzib emarelerinin yok olması sebebiyle tasdikin mu’teber olmasında şekk etmektir. Bu şekk de, tasdikin olmadığını göstermez. Nitekim, bildiğin gibi, emarelerden bir şeyin var olduğunu göstermez.
Sonra… Hallerinden ğafil olan ve kendini iyi gözetlemeyen bir kimse, kendinden emarelerden bir şey sadır olmasından, bilhassa bunların tekzib emarelerinden olduğunu bilmediği zamanda, emin olamaz. O yüzden, geçmişteki şekliyle imanını her gün yenilemesi gerekir.
Dersen ki, El-Hulasa’da da yazılı olduğu gibi, bir kafir Resûlün iman ettiği şey(ler)e iman ettim, dediği zaman Müslüman haline gelir. O halde, bir mü’min, kendinden emarelerden bir şey sadır olmak korkusu anında, imanını yenilemekte benden küfür sadır olduysa ben ondan tevbe ettim demeye neden muhtac olsun? O zaman ona, neden Resûlün getirdiklerinin tamamına iman ettim, demek yetmiyor?
Şöyle derim: Hayali’nin naklettiğinden bilmiştin ki, kafir iki kısımdır:
(Birincisi), Resûlün getirdiklerinden birini inkar eden, (ikincisi) de, bunların tamamını kabûl eden, ancak tekzib emarelerinden birini üzerinde bulundurandır.
Birinci kısım kafir, Resûlün getirdiklerinin tamamına iman ettim demekle Müslüman haline gelir. Kafir haldeyken kendinden sadır olan tekzib emarelerinden tevbe etmeye de muhtac olmaz. Nitekim, diğer günahlardan da tevbe etmeye ihtiyac duymaz. Çünki, kafirin iman etmesi, kafirliği anındaki günahları yok eder.
Kısacası, tekzib emaresi kasıdlı kafirin tasdikini ortadan kaldırmaz. Çünki onun tasdiki yoktur. Sonra, tasdikiyle diğer günahların yok olduğu gibi emare de yok olur; bu yüzden tasdikden sonra inkar halindeki geçen emarenin hükmü kalmaz ki, hesaba katılmasını yok etsin ve ondan tevbe etmeye ihtiyac duyulsun.
İkinci kafire gelince… Onun tasdiki vardır. Ancak, emare o tasdik’in mu’teber olmasını yok etmiştir. O sebeble tasdiki yenilemek, emareden de tevbe etmedikçe ona fayda vermez. Çünki emare hükmen baki olduğu müddetçe, yeni tasdikinin de mu’teber olmasını ortadan kaldırır. Halbuki emarenin hükmünü yok eden inkardan soraki tasdikdir; tasdikin yenilenmesi değildir. Nitekim günahları yok eden tasdikin yenilenmesi değil, inkardan sonraki tasdikin kendisidir. Bunu bil.
Evet, eğer Müslüman, Resûlün getirdiklerinin zarûriyyatından/ kaçınılmaz olarak kabûl edilecek bir şeyi inkar etmekle dinden dönse, -bundan Allah celle celalühû’ya sığınırız- ve o mürtedlik halinde tekzib emarelerinden bir şey kendinden sadır olsa, Müslüman olması için Resûl’ün getirdiklerinin tamamına inandım, demesi yeter. O haldeyken işlediği günahlardan tevbe etmeye muhtac olmaz.
Dersen ki, Kendinden emarelerden bir şey sadır olan musaddık kimseye, şu emareden tevbe etmesi yetmez mi? Tasdiki yenilemeye muhtac olur mu?
Şöyle derim: Allah celle celalühû en iyisini bilir ya, evet, (tasdiki yenilemeye muhtac olur). Çünki, tasdikinin Şer’an mu’teber olması, emarenin sadır olmasıyla düştü. Tevbe ile emarenin yok olması ile (de) boşa giden amelleri geri dönmez. Bu sebeble yeni bir tasdike muhtac oldu. İşte bundan dolayı, Muhammed Birgivi Türkçe risalesinde emarenin sadır olması korkusu anında imanın yenilenmesini emareden tevbe etmek ve ondan sonra yeni tasdik etmenin ikisinin tamamından tasvir etti. Allah celle celalühû gayretini kabûl etsin ve Müslümandan yana onu hayır ile mükafatlandırsın.
Diyorum ki: Belki de bu, Hanefilerin, küfür ile düşen amellerin tevbeden sonra geri dönmeyeceğine dair olan temel kaidelerine dayanmaktadır. Bu hükümde Şafiilere muhalefet edilmektedir. Bunu al. Şu risalenin başında, sadece şunun için, Fetava’da açıkça ifade edildiğine göre, dedim|; çünki, imanda şekk etmek ifadesinin, tasdik eden kimseden, emarelerden bir şeyin sadır olmamasında şekk etmek ma’nası için kullanılmış olması caizdir. Lakin, bu ma’nada şekk etmek küfür değildir. Nitekim bunu bildin. Hidayete erdiren Allah celle celalühû’dur. Hamdler sadece ona mahsûsdur…(Saçaklızade’nin sözü bitti.)
Saçaklızade’nin şu mühim ve güzel ilmi tahkikı, İmam Ebû Hanife’den nakledilen, Kişinin imandan çıkması, onu imana sokan şeyin (tasdikın) yokolmasıyla olur, sözünü anlayamayan cahiller veya anlamak istemeyen hainler gürûhunun utanmaz suratlarına şaklayan okkalı bir şamardır.[34]
On birinci hicri asır Şafi’ilerinin büyük alimlerinden Necmu’l-Ğazzi’nin Hüsnü’t-Tenebbüh fi Ahkami’t-Teşebbüh isimli eseri, bu ve diğer kendini başkalarına benzetme mevzû’larında çok mühim bir eserdir. Abdülğeni en-Nablüsi, el-Hadikatü’n-Nediyye’de bu eserden bir çok kıymetli nakillerde bulunmaktadır.
4. Bir yanda Sünnet üzere yaşamayı şirk ilan etmek gayretkeşliğini gösterirken, diğer yandan kafirlerin şiarlarına bürünmeyi, simgelerini taşımayı nedense sadece caiz değil demekle yetiniyorsunuz. Akide ve Fıkıh kitaplarının verdiği küfür hükmünü telaffuz etmekten kaçınıyorsunuz. Oysa şiar (simge, parola) olan kıyafetler küfür, böyle olmayan, ama kâfirlerin giydiği, onları andıran [35] ise, ya haram yahut ta mekruhtur.
İmam Kevseri’nin, kendini kâfire benzetmenin hükmü hakkında Cumhûrla beraberdir, dediği İbn-i Teymiyye’nin, “Burada maksat, ulemanın ancak üzerinde ittifak ettiği mesele, (Müslümanların) kendilerini Müslüman olmayanlara benzetmelerinin mekruh oluşudur”[36] sözü, üzerinde durulmaya değer bir sözdür. Yani, yasaklık sadece küfür noktasında değildir.
5. Simgelerin zamanla değiştiğini de iddia ederek âlimlerin kâfirlik hükmünü, sizinse caiz değildir hükmünüzü dahi ortadan kaldırarak, delilsiz ve mesnetsiz bir şekilde işin cevazını ilan ediveriyorsunuz. Mesnediniz, sırf kuru bir akıl yürütmekten ibarettir.
“Şüphesiz ki bu, kafirlerin elbiselerindendir, o yüzden onu giyme!” hadisini simge ile tevil etmek için elinizde hangi deliliniz vardır? Elinizde, elbette hiçbir delil yoktur.
Altı: Eğer, forma lafzıyla, her teferruatıyla belli bir çeşit elbiseyi kastediyorsanız, evet, İslami bir forma yoktur; bu doğru. Lakin İslam’da, ana ve bir takım tali çizgileri çizilen, fakat teferruatı tamamıyla bildirilmeyen, yani, ne olduğu ve nasıl olduğunun tafsilatı tamamıyla verilmeyen, ama ne olmadığı ve nasıl olmadığı etraflı olarak bildirilen bir giyinme şekli vardır.
Kısacası, müminim diyenlerin giydikleri elbiselerin, avret yerlerini belli etmeyecek genişlikte olması lazım geldiği gibi, bundan daha da evvel, kâfirlerin elbisesi de olamamaları icap eder. Onların alem/alamet olmuş elbiseleri küfür, böyle olmayanları da yerine ve şekline göre ya haram veya mekruh olur. Şu elbiseleri giymek zamanla onlar gibi inanmayı getirir. Kur’anın, Sünnet’in ve müçtehit imamlarımızın içtihatlarının ortaya koyduğu müminlerce inkâr edilemez kat’i hakikat budur. Gerisi ya İslam’ı bilmemek veya yelpazesi geniş kasıtlı bir tavırdır.
Hâsılı, Mümin şahsiyeti olanlar, bunu kaybetmekten son derece endişe ederler. Malı olmayan, onu kaybetmekten elbette korkmaz. Efendiler! Ne bu rahatlık? Yoksa kise-i sadrda bir şey mi kalmadı? Beyni, yüreği ve bütün bir vücudu küfrün “rezil istilası” altında olan ve halinden razı halde bulunanlara bu hususu kolayca kabul ettirebileceğimizi asla iddia etmiyoruz. Küfür kasırgalarıyla ümranı viraneye dönen ve üzerinde tüneyip ötmekte olan baykuşların ritmine ayak uydurarak onlar gibi ötmeye başlayan zavallılara asli hüviyetlerini anlatıp kabullendirmeye büyük bir ihtimalle gücümüz yetmez; lakin Resûl üzerine ancak tebliğ vardır[37] ayetiyle de mi amel etmeyeceğiz? Bizden bunu da mı bekleyenler var? Debelendikçe çamura batmanın bize, bizi boğulmaya biraz daha yaklaşmış olmaktan başka bir şey kazandırmayacağını da mı anlatamayacağız? İnadı bırakıp habl-i metine sarılalım. Rabbimizden affımızı isteyelim. O, şüphesiz ki ğaffardır. Vesselam…
[1] Prof. Abdülaziz Bayındır, Kuran Işığında Tarikatçılığa Bakış:128’den kısaltılarak.
[2] Ez-Zevacir: 1/155-156
[3] En’am: 159
[4] Hadid:16
[5] İbn-i Teymiyye. İktizau’s-Sıratı’l-Müstakim:89
[6] Ebû Davûd ve Tirmizi, Rükane radıyallahu anhu’dan. Bu Ebû Davûd’a göre Hasen olmasını gerektirmektedir. Tirmizi, ğaribdir, isnadı kaim değildir. İbn-i Teymiyye. İktizau’s-Sıratı’l-Müstakim:86,
[7] [Ahmed b. Hanbel, (5114-5115 ve 5667), Ebû Davûd, Taberani El Kebir, İbnu Ebi Şeybe, Abd İbn-i Humeyd ve Beyheki eş-Şuab’da bunu Heysemi (Mecmaüz-Zevaid’de zikretmiş ve senedinde Abdurrahman İbn-i Sabit’in Sevban’dan rivayet ettiğini kaydettikten sonra Abdurrahman’ı, İbnül Medini’nin ve Ebû Hatem’in sika bulduğunu Ahmed İbn-i Hanbel ve başkalarının ise zayıf gördüklerini, kalan ravilerinin de güvenilir olduğunu zikrettiğini söylemiştir.] Ahmed Abdurrahman el-Benna el-Fethu’r-Rabbani ve şerhi Buluğu’l-Emani, 22/40-41
[8] Ahmed Muhammed Şakir, ilim bakımından pek öyle tekin biri değilse de biz O’nun hazır bilgilerini nakledeceğiz. Bizim için mühim olan naklettikleridir.
[9] Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned hamişi: 3/397
[10] Ahmed Muhammed Şakir, Müsned-i Ahmed Hamişi:4/515
[11] Lafzı kısa ma’nası engin sözler.
[12] İmam Zahidü’l-Kevseri rahimehullah el Makalat: 68-70
[13] Azim Abadi, Avnü’l-Ma’bûd, Şerhu Süneni Ebi Davûd: 11/75
[14] Maide: 51
[15] Maide: 51
[16] Bunu Tirmizi rivayet etmiş, Hasen ve Sahih olduğunu söylemiştir.-Kevseri
[17] Konevi Ale’l-Bedavi:1/252
[18] İmam Zahidü’l-Kevseri el-Makalat: 234-244
[19] [Ebû Ya’la ve Ali İbnü Ma’bed, İbn-i Mes’ûd radıyallahu anhu’dan], Aclûni, Keşfu’l-Hafa: 2/360, Hadis: 2588
[20] [Buhari, Müslim, İbn-i Ömer radıyallahu anhüma’dan], El-Fethu’l-Kebir: 1/558
[21] [Müslim, Kitabu’l-Libas 27, Nesai, Zinet:95, Ahmed İbn-i Hanbel: 2/162, 164, 193, 207, 211] Concordance: 4/248
[22] Tirmizi, Abdullah İbn-i ‘Amr’dan rivayet etmiştir. El-Fethu’l-Kebir: 2/291
[23] İbnu Ebi Şeybe, El-Musannef, 7/105 Hadis:34548
Tercüme şöyle de yapılabilir: Kıyafetler kıyafetlere benzetilmesin, sonra kalbler (kalblere) benzetilmiş olur.
[24] İbn-i Teymiyye, İktizau’s-Sıratı’l-Mustekim: Bilhassa 80-150 sayfaları arası.
Şu kitabda birçok batıllara dahi yer verilmiştir. Lakin İmam Kevseri’nin de ifade ettiği gibi, O bu mes’elede İslam alimlerinin çoğu ile beraberdir.
[25] İbn-i Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-‘Azim: (1/148)
[26] Azim Abadi, Avnü’l-Ma’bûd: 11/74-76
[27] İmam Kevseri, Makalat: 68-70 ile 234-244
[28] İmam Ebû Yûsuf Kitabu’l-Harac: 127 Darü’l-Ma’rife Beyrût
[29] El-Muhitu’l-Bürhani: 3/317 İdaretü’l-Kur’an ve Meclisi İlmi Baskısı.
[30] İbn-i Teymiyye, İktizau’s-Sıratı’l-Mustekim: 134-138
[31] Aliyyu’l-Kari’nin el-Fıkhu’l-Ekber Şerhi: 341,342,343, 344
Burada el-Hulasa, el-Muhit, el-Fetava ez-Zahiriyye, el-Mültekat ve el-Feteva es-Suğra isimli fıkıh kitaplarından nakillerde bulunulmuştur. Bundan sonra fıkıh kitaplarında bu bahislerin bulunmadığını söylemek ne derece ilmi bir tavırdır.
[32] İbn-i Teymiyye. İktizau’s-Sıratı’l-Müstakim:135
[33] İmam Nevevi, Müslim Şerhi:14/55
[34] İleriki sayılarımızda, bu bahis vadisinde, İmam Tahavi’nin Şerhu Meani’l-Asar’ından inşaellah bir tercüme yapılacaktır.
[35] Şu gömlek Frenk gömleğidir, gibi ifadelerle isimlendirilenler.
[36] İbn-i Teymiyye, İktiza: 138
[37] Maide Suresi, 99. ayet
Etiketler:avret, elbisede aranan vasıflar, giyim, islam, mahrem, şartlar