Futbol Coşkunlukları Heyecanları Çılgınlıkları
Hollanda’dan bir futbolcu transfer edilmiş, özel uçakla getirilmiş, uçak Yeşilköy Havaalanı’na gelince beş bin kişi tarafından karşılanmış, heyecanlar… sevgiler… öyle bir alaka ve aşk ki sormayın… Futbolcuya akıl almaz derecede yüksek ücretler ödenecekmiş.
Geçen sene futbolculuk sahasında şike yapıldığına dair büyük bombalar patlatılmıştı ama herhangi bir sonuca ulaşılamadı.
Bir Fransız gazetesinde okudum. Bu şike dedikleri şey sadece Türkiye’ye mahsus değil, Avrupa’da da yaygınmış.
Bizde futbol oyunları politika ve cemaatçilikle içiçeymiş. Yekûn olarak efsanevî paralar, kazançlar varmış.
Bendenizin futbola aklım ermez. Spor diyorlar, böyle spor olur mu? On bir oyuncudan oluşan bir takımla başka bir takım top koşturuyor, yirmi iki milyon ahali meraktan, heyecandan çatlıyor.
Futbolun iki türlü kuralı ve krallığı var: Oyunun kuralları… Kulüp başkanının ve süper oyuncuların ve yöneticilerin krallığı…
Korkunç servetler, özel uçaklar… saray gibi evler… yatlar… lüks otomobiller…
Öyle futbol başkanları var ki on milyonlarca vatandaş onları biliyor, ya çok seviyor, ya çok nefret ediyor, ya övüyor ya sövüyor… Televizyonlara çıkıyorlar, tv ekranlarında boy gösteriyorlar, bazen öfkelenip tehditler savuruyorlar…
Futbol konusunda nice şeye aklım eriyor da, Dinî bir cemaatin burnunu bu işe sokmasına doğrusu aklım ermiyor.
Futbol konusunda dönen dolapların içinde büyük bir devlet adamımız da varmış. Fesuphanallah!
Sırf futboldan bahseden üç günlük gazete de var.
Dinî heyecanlar mı ileride, futbol heyecanları mı? Bu sorunun cevabını lütfen siz veriniz.
Eskiden Bizans’ta Maviler ve Yeşiller varmış. Bugün takım sayısı daha fazla.
Osmanlı’nın son zamanlarında tulumbacılık heyecanları almış yürümüş. O zaman dinî kurallara –nisbeten- uyulduğu için tulumbacılar sokaklarda yangına uzun donla giderlermiş.
Spor dediğin herkesin yapabildiği bir şey olmalı. Koşmak, yüzmek, yürüyüş… İslamiyet’te yüzme ve ok atmasını öğrenmek övülmüş, makbul sporlardandır.
Japonya’da halkın on beş milyonu bilfiil okçuluk sporuyla meşgul oluyormuş. Zaten orada okçuluk, spordan da öte ahlak ve karakter terbiyesi veren bir şeymiş. Mesela icazetli okçuluk üstadlarından beş sene ders alıyor, sonunda icazet veriliyor, böyle bir okçuda olması gereken hasletlerden biri şuymuş: Yayı geriyor, oku fırlatmaya hazırlanıyor, nişanlıyor, oku atıyor… vınnn… hedefi tam merkezinden vurdu. Bu başarısına sevinmemesi gerekirmiş.
Okçuluk biz Türkiyelilerin de ata sporudur ama bizde Japonya’da olduğu gibi yaygın değildir. Zaten bizim okçumuz hedefi on ikiden vurup yarışmada birinci olunca yayı bir tarafa, okları öbür tarafı atar, yaşasın birinci oldum diye haykırır.
Mehmet Şevket Eygi